Serinin ikinci yazısında Birleşik Krallık seyahatimizin Londra’da geçirdiğimiz son haftasından bahsetmiştim. Londra’dan batıya doğru, Bristol’e geçtik. Burada 3 gece konakladık. İlk gün Bristol’ü gezdik, ikinci gün Bath şehrine ve son günümüzde de Castle Combe köyüne gittik. Londra’nın kalabalığından sonra, diğer şehirler çok daha dinlendirici ve keyifli geçti. Bu yazıda size Bristol’deki ilk gün neler yaptığımızı anlattım.
Londra’daki son sabahımızda erken kalktık ve eşyalarımızı toparladık. İki valizle çıktığımız yolculukta, yeni bir valiz daha alınca toplam 3 koca valizimiz oldu. Neyse ki bir yer hariç her zaman asansörlere denk geldik, taşımak kolay oldu. Bizi Londra’dan Bristol’e götürecek olan trene binmek için yola koyulduk. Otelimizin yanındaki Mansion House istasyonundan Paddington tren istasyonuna giden metroya bindik. Bu istasyonda asansör olmadığından, ilk ve son kez valizleri aşağı metroya kadar indirdik. Neyse ki fazla merdiven yoktu.
Paddington’a vardığımızda oldukça kalabalıktı istasyon. Bir gün öncesinden kişi başı 23 pound’a almıştım biletleri. Trenimizin platformu açıklanır açıklanmaz o tarafa doğru yöneldik. Bir anda tüm istasyonda bir hareketlilik oldu, içimden dedim herhalde herkes Bristol’e gidiyor.
Biletimizde yazan vagonu ararken durumun ciddiyetini anlamaya başladım. İptal olan trenlerden ötürü bu tren aşırı kalabalıktı ve eksik vagonları vardı. Normalde 10 vagonlu görünüyordu bilette, ama gelen trenin 6 vagonu vardı. Güç bela sondaki vagona kendimizi ve valizlerimizi attık. Hemen arkamızdan gelen bisikletli adamı almadılar trene, kavga dövüş söve söve gitti adam.
Trene bindik ama, kıpırdayacak yer yok. Ayakta bir sürü insan var. Londra’dan Bristol yaklaşık 90 dakika sürüyor, bunun hemen hemen 80 dakikasını ayakta gittik. Bath istasyonunda çok inen oldu, o noktadan sonra oturabildik ama zaten 10 dakikalık yol kalmıştı. Berbat bir yolculuktu, neyse ki çok uzun sürmedi. Düşünsenize o şekilde 3-4 saat yolculuk yapmak zorunda kalsak…
Sırasıyla Reading, Swindon, Chippenham ve Bath üzerinden geçerek Bristol’e vardık. Ara duraklarda inmek isteyen insanlara yol verirken oldukça zorlandık. Sonraki günlerde tren işletmecisi GWR firmasına bir mail attım ve yaşadığımız berbat yolculuktan şikayet ettim. Ödediğimiz ücretin yarısını iade ettiler. Bu konuda takdir ettim firmayı, hiç uğraştırmadan para iadesi yaptılar.
Bristol Temple Meads istasyonunda trenden indik ve otelimize doğru valizleri çekmeye başladık. Avon nehrini takip ederek, iniş çıkış olmayan bir rotadan yaklaşık 10 dakika içinde kolayca otele vardık. Otel fiyatları Londra’dan sonra çok ucuz geldi, geceliği 3 bin lira civarındaydı kaldığımız otelin.
Check-in saati gelmemişti, o yüzden valizleri bırakıp şehri turlamaya başladık. Nehir boyunca yürüdük. Castle Park’tan geçtik. Yaklaşık bir hafta sonra İngiltere’de göçmen karşıtı gösteriler başlayacaktı ve Bristol’deki bu parkta da çatışmalar yaşanacaktı, ama biz bundan habersiz güle oynaya dolaştık.
Bir saatlik güzel bir yürüyüşün ardından otele geçtik ve odamıza çıktık. Biraz dinlendikten sonra şehrin en önemli sembollerinden biri olan Clifton Asma Köprüsü’ne gitmek için bir uber (ya da bolt da olabilir tam hatırlayamadım) çağırdık. İyi ki yürümeyi denememişiz, köprü oldukça yüksek bir yerde, o sıcakta zorlayabilirdi bizi. Bristol’de müslüman nüfus oldukça fazla, şoförümüz de müslüman bir kardeşimizdi. Yol boyunca futbol muhabbeti yaptık. Kendisi daha önce Hollanda’nın Nijmegen kentinde yaşıyormuş, oraları biraz anlattı bize. Türk restoranlarına hiç gitmeyin dedi, çünkü adı Türk ama alakası yokmuş bizim mutfaklarla. Birkaç lokanta tavsiyesinde bulundu.
Clifton köprüsü Avon nehrinin üzerinde, derin bir vadide bulunuyor. Biraz fotoğraf çekip çimlere yayıldıktan sonra şehir merkezine dönmek için kalktık. Yokuş aşağı gideceğimizden yürümeye karar verdik. İnsan yürürken daha iyi keşfediyor şehirleri.
Genellikle google maps üzerinden etrafta ne var ne yok bakıp ona göre rotamızı oluşturuyoruz. Karnımız acıkmaya başlayınca civardaki restoranlara baktık maps’ten. Kriterlerimiz şu 👇 😃
avg(puan) > 4.3 && count(puan) > 200
Böyle bir italyan restoran bulduk, gittik fakat italyan abi almadı bizi. Rezervasyonumuz yoktu ve tüm masalar doluydu.
Hemen karşı tarafta Yakinori adında bir restoran vardı. Helal seçenekleri olan bir Japon restoranıymış. Burada bir şeyler yedik, eh fena değildi. Ama genel olarak bizim temizlik ve titizlik anlayışımızdan çok uzaklar İngiltere’de. Yemekleri nasıl hazırladıklarını gördük, pek hijyenik değildi. Bunlar gördüklerimiz, bizde de restoranlarda kim bilir görmediğimiz yerlerde neler oluyordur… Bu mevzuları fazla deşmeyip karnımızı doyurup geçmek en doğrusu :)
Restoranın olduğu caddeden yokuş aşağı inip nehrin kenarında dolandık. İlk izlenim olarak Bristol benim hoşuma gitti. Sakin bir şehir, ama çok tenha da değil. Canlılık var şehirde. Kozmopolit bir yapıya sahip, her ırktan/dinden/görüşten insanlar göze çarpıyor. Londra’dan da çok uzak değil, bence yaşanır burada.